18 Temmuz 2014

Sakız Adası haftasonu p.t. 2

Sakız gezimizin ikinci günü biraz yavaş başlıyor.. Ağır aksak kalkıp kahvaltımızı yapıyoruz. Zaten hayat yavaş, otelde kahvaltı 09:00’da başlıyor.. Otelin içinde mandalin/limon bahçesi olduğundan bahsetmiştim. Kahvaltı da bu yüzden turunçgül ağırlıklı.. Reçeller bahçeden.. Bir de Suzie muhteşem bir kek yapmış. İçinde portakallı bir sos, üzerinde de portakal dilimleri var.. Of..

Yavaaş yavaş hazırlanıp çıkıyoruz. Kambos’un müzesi olan Citrus Museum’a gidiyoruz. Beklentimizi karşılamıyor. Bahçede dolanıp çıkıyoruz. Aslında biz mi gezemedik bilmiyorum. İçeride bir de cafe var. Keyif yapmak için güzel bir yer. Ağaç altında, serin. Biz yeni kahvaltıdan kalktığımız için tercih etmiyoruz.
Bugünkü hedefimiz manastırlar ve adanın kuzeyi. Aslında Nagos Beach’i çok duyduk güzel diye ama oraya gidecek vaktimiz kalmıyor ne yazık ki. Kahvaltıyı ve yemekleri biraz kısa tutarak plana sıkıştırılabilir ama biraz daha keyif ağırlıklı ve düşük tempolu geziyoruz.

Adanın en turistik yerlerinden biri Nea Moni manastırı. Baya tırmanılarak gidiliyor. Biz bir yerde yolumuzu şaşırıp daha ufak Aziz Markou manastırında buluyoruz kendimizi. Aslında kaybolmamız iyi oluyor. Enteresan bir manastır çünkü. İn cin top oynuyor. Kapıdaki zili çalıyoruz, yaşlı bir teyze açıyor. İçeride bir de asker var. Teyze kapıda bize etek giydirip şal veriyor. Bende şort var diye sadece beni giydirecek sandım ama annelerde pantolon olmasına rağmen onlara da etek veriyor. Demek ki racon böyleymiş. Bir ara anvelop eteğim biraz yırtmaçlanıyor, teyze hemen gelip eteğimi kapatıyor J Asker ise bize hiç bakmıyor, hep başı önüne eğik.. Garip bir yerdi anlayacağınız. Manastır çok ufak. İçeride bir mezar var Markos’a ait.. Baya kutsal bir yer heralde.. 4 İncil'den biri olan Markos'la alakalı olabilir. Çıkışta ikram edilen lokumları hüpletip ayrılıyoruz.
İçeride fotoğraf çekmek yasaktı. Dış fotoğrafla yetiniyoruz....

Sadece manzarası için bile gidilebilir...
Biraz daha tırmanıp Nea Moni manastırına çıkıyoruz. Buradaki kilise, Yunanistan'ın mozaikleri yekpare halde bulunan 3 kilisesinden biriymiş. Yolu sapa olsa da içerisi oldukça kalabalık. Tırmandıkça geçen sene Sakız'da çıkan yangının boyutlarını biraz daha iyi anlıyoruz. Her yer yanmış. İçimiz acıyor. 


Nea Moni'den sonra Langada'ya balık yemeye gidiyoruz. Yolda giderken önce yel değirmenlerine uğruyoruz sonra da ilerlerken deniz kenarında bir manastır daha görüyoruz. Dayanamayıp giriyoruz ve bingo! Vaftiz töreni var içeride.. Herkes o kadar şık giyinip gelmiş ki.. Misafirleri izliyoruz resmen... Papaz ve anneler havuzun etrafında dönerken kaçıyoruz... Deniz kenarına bir de mezarlık yapmışlar ve dev bir haç koymuşlar.. Güzel fotoğraflık yerler. 
Yel değirmeni, rüzgar gülü.. Seviyorum bunları...




Langada yolunda bizim Kaputaş'a benzer muhteşem bir plaj görüyoruz. Ne yazık ki vaktimiz kısıtlı ve burada denize giremiyoruz. Langada bir balıkçı köyü.. Bize tavsiye edildiği üzere Paşa'ya gidiyoruz. Garsonlar az da olsa Türkçe konuşuyorlar. Hatta biz İngilizce sipariş veriyoruz, onlar Türkçe yanıtlamaya çalışıyorlar.. Burada da deniz ürünü ve uzoya boğuyoruz kendimizi.. Deli bir hesap beklerken 106 euro ödeyip çıkıyoruz. 

Merkeze gelince arabamızı sağsalim teslim edip rahatlıyoruz. Adanın yolları (bazı yerlerde) oldukça dar. Özellikle Kambos tamamen daracık sokaklarla doluydu. Evlerin de yüksek duvarları var. Mecburen her evin kapısına ayna koymuşlar da karşıdan gelen var mı görünüyor.. Yunanistan'daki gibi burada da trafik kazasında vefat edenler için öldükleri yerlere minik şapeller yapılmış.. Bir şapel sahibi olmadan araba kısmını atlatıyoruz neyse ki :)
Şapellerin boyutları ve görkemi çok değişken... 
Sakız merkezdeki mağazaların hemen hemen hepsi Pazar tatilindeler. Türk bir bayanın işlettiği bir hediyelik eşya dükkanına girip ufak tefek bir şeyler alıyoruz. Çok sempatik bir bayan. Adanın 2. Türk geliniymiş.. 
Pazar uykusu..
Ödediğimiz paraları yazmaya çalıştım fikir vermesi açısından ama kısaca şöyle söyleyeyim kişi başı 130-150 euro gibi bir masrafımız oldu her şey dahil.. Çok daha azına veya fazlasına da tatil yapılabilir ama tadında oldu böylesi...  

Son olarak.. Göztepeliler buraya da uğramış! 

Soldaki kapının üzerindeki yazılara dikkat... 

10 Temmuz 2014

Sakız Adası haftasonu p.t. 1

Sakız Adası burnumuzun dibinde ama biz yıllardır gidememiştik. Vizemiz olduğunda gideriz deyip ertelemiş, vize olduğunda da unutmuştuk. Bu sene anneleri de alıp Sakız'a gitmeye karar verdik. Anneler grubu yeşil pasaportlarıyla güzel güzel gidebiliyor ne de olsa...

Bilenler bilir 4 Temmuz Cuma günü ve gece İzmir fırtınadan yıkılıyordu. Feribot şirketi Ertürk Lines'ı aradım. Cuma günü Liman Başkanlığı feribotların çıkmasına izin vermemiş. Cumartesi için de bir şey belli değil, hava yine kötü olacak diye bir bilgi aldık. Yine de umudu kesmeyip Cuma gecesi hazırlandık. Cumartesi de sabah erkenden yola çıktık. Yolda tekrar aradık ve feribotun kalkacağını öğrendik.

Feribot için internetten aldığınız bileti gişeden boarding pass'e çevirmeniz gerekiyor. İki günün yoğunluğu birleşeceği için ek görevli de çalıştırmışlar, kısa sürede passlerimizi aldık. Feribot gecikmeli de olsa hareket etti ama ne hareket.. Zıp zıp zıplayarak gittik Sakız'a.. Bu arada feribotta çığlık atanlar mı dersin, çocuğuna sarılıp ağlayanlar mı... En son bir ara midesi bulananlara çöp poşeti dağıtıyordu görevliler.

Sakız'a sağsalim vardıktan sonra hemen arabamızı kiraladık. Mouzaliko Hotel'de yer ayırtmıştık. Otelimiz Kambos bölgesinde. Burası adanın turunçgillerle dolu bölgesi. Ceneviz mimarisiyle yapılmış taş evlerle dolu. Evlerin muhteşem bahçeleri ve dev duvarları var. Bizim otelimiz de taş binadan oluşan, içerisinde turunçgil bahçesi olan bir yerdi. Odaları da pek hoş yapmışlar, banyo muslukları vs hep eskitilmiş malzemedendi (belki de orijinaldi ama bilemiyorum)...

Tini mini otel bahçemiz..

Odalara yerleşip klasik ada turuna başladık. İlk durağımız siyah volkanik taşlarla kaplı Mavra Volia plajıydı. İlgi çekici gelmesine rağmen burada denize giremedik, rüzgar dolayısıyla deli dalgalar vardı. Adanın en ünlü köyleri güney tarafında ve biz de dahil gelen bütün turistler bir check listi tamamlar gibi aynı yerleri geziyor. İlk köyümüz Pyrgi. Burada evler kazıma usulüyle süslenmiş. Yani önce dışı badana kaplanmış sonra da şekilli şekilli kazınmış ve binaların dış yüzü geometrik şekillerle dolmuş. Kısa bir süre yürüyerek köyü gezebiliyorsunuz. Biz öğle yemeğimizi de burada bulduğumuz bir cafede yedik. Fiyatlar gerçekten ucuz. 1,5-2 euro'ya pita arasında köfte yiyebiliyorsunuz... Bira 2 euro, kutu kola 1,5 euro. Zaten nereye gidersek gidelim içecek konusunda bir tek Türkiye'de kazıklanıyoruz. Market ve restoran fiyatı arasında uçurum var bizde..


Balkonlarda domates kurutuyorlar.. Çok leziz görünüyor..


Bol bol tünel var.. Bir de kapılar sanki pygmelere göre yapılmış. O kadar alçak ki hep...


Binaların arasında böyle mini tünelcikler var.. 

Balkon tentesi bile aynı desenli muşambadan...
Neyse efenim mini mini sokaklarda gezimizi tamamlayıp arabaya biniyoruz ki bir süre sonra annem şalını düşürdüğünü farkediyor, Murat'la bir Pyrgi turu daha yapmak zorunda kalıyoruz.

Deniz molamızı Otelin sahiplerinden Dimitri'nin önerdiği Kato Fana plajında yapıyoruz. Kuytuda ve rüzgar yönünün tersinde kaldığı için deniz oldukça sakin. Tamamen kumluk bir plaj.. Suyu berrak, sıcaklığı güzel.. Her şey güzel hoş ama ben taşlık ve bol balıklı deniz seviyorum. Kumda balık görmek pek mümkün olmuyor.. Bu plajda da Mavra Volia'daki gibi tesis yok.. Zaten adada milyon tane plaj olmasına rağmen çok azında tesis var.

Yüzme faslından sonra adanın diğer ünlü köyü Mesta'ya geçiyoruz. Burası bir Ortaçağ köyü. Arabayı köyün duvarlarının dışına park etmek gerekiyor. Köy büyük surlarla kaplı bir kale gibi. Burası pek hoşumuza gidiyor. Bir sonraki gelişimizde burada da konaklayabiliriz diyoruz. Oturup birer Yunan kahvesi (!) içiyoruz..


Kilisenin bahçesinden..

Bu da... Bana Endülüs esintisi verdi bu kilise....

Belli ki Türklerden illallah demişler.. 

Mesta'da sokaklar daha bir daracık.. Araba girmiyor...
Akşam yemeğini Dimitri'nin tavsiyesi üzerine Kambos'taki Apomero'da yiyoruz. Canlı müzik, uzo ve meze istediğimiz için burayı öneriyor bize. Bir de üstüne rezervasyonumuzu da yapıyor saolsun.. Restoranda o gece düğün varmış meğer. Bahçeyi düğün misafirlerine ayırmışlar, biz içeride oturuyoruz ama yine açık havada sayılırız. Düğün olması bizim için çok hoş bir atraksiyon oluyor, hem yerel adetleri görüyoruz hem de orijinal sirtaki izleme şansımız oluyor.

Düğün çok ekspres başlıyor. Bu arada, başlıyor dediysem de ancak bizim yemek bittikten sonra geliyor misafirler 22:00 gibi. Gelin ve damat bahçeye girer girmez pasta kesip şampanya patlatılıyor. Sonra minik bir dans ve hoop gelin ortadan kayboluyor. 2. sahnede görüyoruz ki tarlatanını çıkartıp gelmiş. Bu arada gelinlik de önü kısa, arkası uzun bir hale gelmiş.. Sirtakiye hazır artık.. Gelin ve damat sirtakiye başlıyorlar.. Daha sonra damadın yerini ortamdaki en yaşlı amca alıyor ama gelinle el ele tutuşmuyorlar, bir mendilin iki ucunu tutup dansediyorlar.. Sonra o bir süre gelin sabit kalıyor, mendilin diğer ucundaki kişi değişip duruyor.. Sadece kadın-erkek değil, kadın-kadına vs de dans ediyorlar.. Gelin bir kez daha yok olup gelinliğinin birazını daha çıkartıyor, bu sefer mini etekli bir gelinlikle geliyor ve halaya başlıyorlar.. Sonrasını hatırlamıyorum çünkü masada uyuyakaldım :)

Yemeklere gelirsek, Sakız'ın klasiği kalamar ve ahtapot ızgaralarımızı söylüyoruz tabi ki.. Ek olarak karides, mürekkep balığı, Greek salad ve sebzeli bir yemek söylüyoruz.. Bunlar ara sıcaklar.. Mezelerin bir kısmı meze, bir kısmı uzo mezesi olarak geçiyor menülerde.. Sanırım uzo mezesi dedikleri daha çok bizim ara sıcaklara denk geliyor. Ana yemek olarak da kuzu, dana ve domuz etli yemekler söylüyoruz. Yanında bolca uzo içiyoruz. İkram olarak da en son meyve ve tatlı geliyor.. O kadar delice yiyip içiyoruz ki çatlamak üzereyiz ve hesap gele gele 107 euro geliyor.. 5 kişiyiz bu arada..

Otelimize gidip uyumuyor, sızıyoruz...

3 Temmuz 2014

10 SenEM'iz doldu, yuvaya döndük!!

Haftasonu uzun bir aradan sonra Ankara'daydık.. ODTÜ'de mezuniyet töreni vardı ve bizim mezuniyetimizin üzerinden 10 yıl geçtiği için madalya verilecekti. Evet, ben yarıda çark edip Boğaziçi'ne geçmiş olabilirim ama hem kalbimin bir parçası ODTÜ'lü hem de eş durumundan da ODTÜ'lüyüm yahuu...

Cuma gecesi Ankara'ya gittik, gider gitmez de şoka uğradık.. Ankara'nın bugları tavan yapmış resmen.. Havaalanından merkeze gelirken geçtiğimiz yollar bambaşka bir yüzyıldaydı... Her yer cangıl cungul renklenmiş, delice ışıklandırmalar.. Şehre girerken yazan "Good Bye" bir süre ilerledikten sonra karşınıza çıkan "Welcome" yazıları, çılgın kapılar, Selçuklu esintileri, ön yüzeyi bir örnek kaplanmış evlerle dolu mahalleler... Havaalanının hemen yakınındaki Miki Mouse'ları da unutmamak lazım.. Sürreel bir ortam.. Neyin kafası bu sorusuna cevap ararken neyse ki hala normal görünen merkeze geldik...


Arkadaşlarla buluşup hemen kendimizi Özçelik Aspava'ya attık. Ankara'ya dair ODTÜ ve arkadaşlarım dışında özlediğim tek şey Aspava döneri olabilir. İyice coşmuşlar, döner öncesinde süper bir salata (kuzu kulağı ve çilek vardı salatada, tam benlik), patates kızartması, kaşarlı mantar ve cacık geldi. Arkasından mis gibi soslu soğanlı dönerler ve dondurmalı irmik tatlısı... Sonrasında Tepe Prime'da bir yerlerde oturup geceyi bitirdik. Gece bitti ama nerede bitti? ODTÜ 5. yurtta!!!

Zamanında ben 7. yurtta kalmıştım. 4. kattaydı odam ve 2 yılım 4. kata 5 litrelik su şişesi taşıyarak geçmişti. Mezunlar günü zamanında dilerseniz yurtlarda kalabiliyorsunuz cüzi bir para ödeyerek. Odalar değişmiş tabi. Mobilyalar daha modern ve temiz, odada halı var, internet bağlantısı bile gelmiş. ODTÜ'deyken odada internet bağlantısı olmaması sıkıntı olurdu. Boğaziçi'ne geçince cennete düşmüş gibi olmuştum, odada internet vardı. Hemen bir bilgisayar getirmiştim odaya... Kapıya odada kalan mezunlar için hoşgeldin yazıları asmışlar.. Daha girer girmez bir hoş oluyor insan.

Cumartesi günü bölümden (Endüstri Mühendisliği) hatırı sayılır bir grup madalya almaya gelmişti. 10 yılda kimse değişmemiş yahu.. Tamam biraz kilolanmışız, erkeklerde biraz saçlar azalmış, bazılarının yanında minik bebekler var falan ama hala herkes aynı.. Biraz da Facebook etkisi tabi. Uzakta olduğumuz kişilerin de hayatının içindeyiz her dakika. Almanya, Amerika, Avustralya'dan gelen arkadaşlarımız bile vardı.

Bölümde mavi amfide toplandık hepimiz. Şanlı '84'ler ve MuhteşEM 04'ler çoğunluktaydı. Çağlar Güven'in "Kaderinize sahip çıkın" diye biten "Termodinamik ve İnsan İradesi" başlıklı dersinden sonra 10-20-30-40 yıl madalyaları dağıtıldı. Bol bol fotoğraf çekildi..


Gece de Uludağ Kebapçısı'nda 90 kişilik bölüm yemeğimiz vardı.. En iyi organize olan bölümlerden biriydik sanırım. Uludağ Kebapçısı ne dev yermiş yahu.. Tabi biz İzmir'den alışkın değiliz öyle dev mekanlara... Bize ayrılan masalar dışında da biiir sürü masa vardı..

Pazar günü tüm gün okulda çimlerde yayıldık.. Cehennem sıcağı havada ağaç altları o kadar iyi geldi ki.. Uyuduk bile :) Biraz da bölümleri gezdik.. Fizik, mimarlık vs..


Akşama doğru 2014 mezunlarının töreni ve pankart geçişi başladı. Devrim Stadı tıklım tıklımdı.. Ayakta bile zor izledik.. .Tüm bölümler Soma'ya dikkat çekmişti. Diğer senelerde nasıldı bilmiyorum ama bu sene Mimarlık Fakültesi'nin hemen ardından Maden Mühendisliği geldi, saygı duruşu yapıldı, çimlere baret ve Soma'da hayatını kaybedenlerin listesi bırakıldı.. Göz yaşlarına hakim olamadık tabi.... Bir kez daha ODTÜ ile gurur duyduk...

Derelerden rant, madenlerden kan akıyor..

Tam AB'ye giricez, bi gülme tutuyor

Utancımızdan yerin dibine girecektik ama orası ağzına kadar doluydu
#soma

Makro diyorlar anne mikro diyorlar
Beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar