2 Temmuz 2015

Belgrad pt.3: Belgrad'dan izlenimler ve Zemun....

Bu kısmı fotoğraflarla anlatayım....

Sava kenarındaki bisiklet yolu... Yanlış anlaşılmasın sağda yürüyen kişi bisiklet yolunu işgal etmiyor, bisiklet yolu sola kıvrılmış durumda... 
Beton Hala denen yer.. Bu taraftan bakınca her ne kadar virane gibi görünse de resimdeki bayanların az ilerisinden itibaren şahane cafeler başlıyor..
Bir duvar saati... 
Muhteşem park örneklerinden biri... Türkiye'yi aratmayacak güzellikte...
Yukarıdaki resme benzer örnekler görmek mümkün. Tüm bina eski, kir, pas içinde, sadece bir kaç evde tadilat yapılmış, boya yenilenmiş..
Mihteşem Türk çorapları her yerde... 
Balkanlar deyince gözümün önüne hep sokaklarda çiçek satan kadınlar gelirdi.. Hakikaten de öyleymiş. O kadar güzel çiçekler satıyorlar ki.. Yukarıdaki fotoğraf bir pazardan...
İşte bir eczane.. Vitrine bakınca oyuncakçı sanılabilir zira tüm vitrin oyuncak arabalarla kaplı...
Bir süre sonra sıradan gelmeye başlayan içler acısı binalar.. 
Saint Sava kilisesi.. Beyazlığı oldukça etkileyici. Henüz yapımı tamamlanmamış. Bir Sagrada Familia hikayesi olmaya aday...
Kilise girişine çok yakışan muhteşem beton.. Bize çok yabancı olmayan bir manzara...

Kilisenin içi...
Pek de özelliği olmayan bir afiş fakat bisikletli olması sebebiyle burada kendine yer buldu...
Bir berber.. Sağda görünen tası kafaya oturtup saçları öyle kesiyorlarmış eski zamanlarda.. 

Zemun bölgesi.. Mimari Belgrad'ın genelinden tamamen farklı..



Julius Meinl denen kafelerde şiir yazarak kahvenizi ödeyebiliyormuşsunuz... 
Tuna kenarı huzuru....
Tuna kenarı... 
Zemun'un tepeleri. 

Dizim dolayısıyla ben Zemun yokuşlarnı çıkamadım. Ben de o aradaki vaktimi bu manzarada muhhhteşem pişi ve keçi peyniri yiyp bira tüketerek geçirdim...


Eski arabalar...


Eski arabalar pt.2...
Mini golf sahası.. Biraz eskimiş ve bakımsız ne yazık ki..

Tuna...

Kabinet adlı barın kendi birası. İçtiğim en iyi biralardan biriydi. Burada bir CS toplantısına katıldık...
Ennn turistik cadde....
Bu da sokağın adı....
Tezga adlı kafenin muhteşem omleti.. Tekrar tekrar yemek istiyorum. Yanında da pina colada çayı... Of....
Sırpça Kiril alfabesi kullanılmadığında okunduğu gibi yazılan bir dil :)) Şerlok Holms.
Klima cenneti..
Gülen kalp kitapçılar...

Son olarak şunu ekleyeyim. Tuna kenarında Grand Casino var.. Gitmeyi çok istedim fakat yanımda pasaportum olmadığı için almadılar.. Kumar oynayasınız gelirse aman yanınızda pasaportunuzu bulundurun...

Bir sonraki istikametimiz Temmuz ayında Fransa.. Hem de Tour de France'ı takip etmek üzere... 

26 Haziran 2015

Belgrad pt.2: Tesla Müzesi ve Hayvanat Bahçesi

Belgrad'da mühendisler için bir mabed var, Tesla Müzesi. Biz de birer mühendis olarak bu müzeye gitmesek olmazdı. Müzenin belli bir ücreti var fakat kimse peşinizden koşturup ücret almaya çalışmıyor. Biraz inisiyatifinize kalmış gibi.. Biz çamura yatmadan paramızı ödüyoruz...

Müze grup halinde geziliyor. Girişte önce Tesla'nın hayatını anlatan bir film izliyorsunuz. Sonrasında da şov başlıyor. Rehber önce ortamdaki Tesla coil'in nasıl çalıştığı hakkında bilgi veriyor, sonra da isteyenlerin eline birer florasan lamba tutuşturup Tesla coil'i çalıştırıyor ve bingo! Lambalarımız yanıyor... Adeta bir Jedi merkezi gibi oluyor ortam. Herkesin elinde renkli renkli ışın kılıçları....


Sonra Tesla'nın diğer icatlarına geçiyoruz. Aşağıdaki resim ilk uzaktan kumandaya ait. Arkada görünen üç tane kulesi olan alet bir uzaktan kumanda ve öndeki kayığı hareket ettiriyor. Kumandanın parçalarından biri bozuk olduğu için çalıştıramadı rehberimiz. Müzedeki tüm cihazlardaki parçalar arızaya geçtiğinde orijinalindeki gibi bir şekilde tamir edildiği için bu işi sadece üniversite yapıyormuş. Bu yüzden tamirler biraz uzun sürüyormuş.


Aşağıdaki ise ilk neon lamba... Gece klüplerinin vazgeçilmezi...


 Cihazların gezisi bittikten sonra serbest kalıyorsunuz ve Tesla'nın resimleri, mektupları vs ile ilgili kısım geziliyor. Tesla'nın naaşının külleri de aşağıdaki resimdeki kürenin içinde saklanıyor...


Müze çıkışında kendimizi bir falafelcide buluyoruz. Çok lezzetli ve wifi var. Daha ne isteriz... İsteyen dürüm, isteyen salata şeklinde yiyebiliyor.


Günün ikinci yarısını hayvanat bahçesine ayırıyoruz. Hayvanat bahçesinin dış duvarlarını hayvan motifli minik mozaiklerle kaplamışlar. Ben çok beğendim. Tam fotoğraflık. Bazı hayvancıklar çok çirkin olmuş ama çoğu oldukça başarılıydı.




Hayvanat bahçesinin durumu biraz içler acısı. Tüm hayvanlar beton üzerinde, kafeslerin ya da camların arkasındalar. İzmir'deki Doğal Yaşam Parkı'ndan sonra oldukça kötü durumda. Gittiğim ülkelerde hayvanat bahçelerini hep gezerim, iyi koşullarda hayvanat bahçeleri de gördüm ama yine Belgrad'dakine gitmenizi özellikle öneririm. Şimdiye kadar hiç görmediğim bazı hayvanları görme şansım oldu.

Cassowary... Türkçesini bilemiyorum....
Albino kanguru....
Karıncayiyen.. Nam-ı diğer Tapir Tahir...
Bizon??
Ren geyiği... Daha önce İsveç'te doğal ortamlarında görmüştüm sanırım...
Sefalet içindeki yılanlar... Resmen leğene koymuşlar.. 
Muhteşem albino kaplan....
Bakkal alışverişinden dönen meraklı tavuskuşu...
Hayvanat bahçesi sonrasında yine kendimizi yollar vuruyoruz.. Her gün o kadar çok yürüyoruz ki.. Üstelik şehir de çok yokuşlu... Akşam yemeği için arkadaşlarımızın daha önce gittiği yerel bir restorana gitmek istiyoruz ve bir süre bulamıyoruz. En son ben yürüyemeyecek kadar yourulup isyan ediyorum ve taksiye binip restoranı buluyoruz. Belgrad'da rahatlıkla taksi kullanabiliyorsunuz. Son derece ucuz. Ne zaman taksiye binsek bir muhabbet başlıyor. Türkiye deyince hemen basketbol ve Türkiye'deki Sırp koçlar konuşulmaya başlanıyor.

Buranın sevdiğim yanlarından biri de mekanların kendi biralarını üretmeleri... Hafif ve lezzetli oluyor.



Yemekte artık Sırbistan'ın ünlü köftesi cevapiyi denedik. Bildiğimiz köfte.. Altında kaymak var. Biraz ağır geldi bana. Ana yemekten önce söylediğimiz peynir tabağı ise müthişti. Çok lezzetli bir keçi peyniri ve kaymak.. Of ki ne of...