26 Haziran 2015

Belgrad pt.2: Tesla Müzesi ve Hayvanat Bahçesi

Belgrad'da mühendisler için bir mabed var, Tesla Müzesi. Biz de birer mühendis olarak bu müzeye gitmesek olmazdı. Müzenin belli bir ücreti var fakat kimse peşinizden koşturup ücret almaya çalışmıyor. Biraz inisiyatifinize kalmış gibi.. Biz çamura yatmadan paramızı ödüyoruz...

Müze grup halinde geziliyor. Girişte önce Tesla'nın hayatını anlatan bir film izliyorsunuz. Sonrasında da şov başlıyor. Rehber önce ortamdaki Tesla coil'in nasıl çalıştığı hakkında bilgi veriyor, sonra da isteyenlerin eline birer florasan lamba tutuşturup Tesla coil'i çalıştırıyor ve bingo! Lambalarımız yanıyor... Adeta bir Jedi merkezi gibi oluyor ortam. Herkesin elinde renkli renkli ışın kılıçları....


Sonra Tesla'nın diğer icatlarına geçiyoruz. Aşağıdaki resim ilk uzaktan kumandaya ait. Arkada görünen üç tane kulesi olan alet bir uzaktan kumanda ve öndeki kayığı hareket ettiriyor. Kumandanın parçalarından biri bozuk olduğu için çalıştıramadı rehberimiz. Müzedeki tüm cihazlardaki parçalar arızaya geçtiğinde orijinalindeki gibi bir şekilde tamir edildiği için bu işi sadece üniversite yapıyormuş. Bu yüzden tamirler biraz uzun sürüyormuş.


Aşağıdaki ise ilk neon lamba... Gece klüplerinin vazgeçilmezi...


 Cihazların gezisi bittikten sonra serbest kalıyorsunuz ve Tesla'nın resimleri, mektupları vs ile ilgili kısım geziliyor. Tesla'nın naaşının külleri de aşağıdaki resimdeki kürenin içinde saklanıyor...


Müze çıkışında kendimizi bir falafelcide buluyoruz. Çok lezzetli ve wifi var. Daha ne isteriz... İsteyen dürüm, isteyen salata şeklinde yiyebiliyor.


Günün ikinci yarısını hayvanat bahçesine ayırıyoruz. Hayvanat bahçesinin dış duvarlarını hayvan motifli minik mozaiklerle kaplamışlar. Ben çok beğendim. Tam fotoğraflık. Bazı hayvancıklar çok çirkin olmuş ama çoğu oldukça başarılıydı.




Hayvanat bahçesinin durumu biraz içler acısı. Tüm hayvanlar beton üzerinde, kafeslerin ya da camların arkasındalar. İzmir'deki Doğal Yaşam Parkı'ndan sonra oldukça kötü durumda. Gittiğim ülkelerde hayvanat bahçelerini hep gezerim, iyi koşullarda hayvanat bahçeleri de gördüm ama yine Belgrad'dakine gitmenizi özellikle öneririm. Şimdiye kadar hiç görmediğim bazı hayvanları görme şansım oldu.

Cassowary... Türkçesini bilemiyorum....
Albino kanguru....
Karıncayiyen.. Nam-ı diğer Tapir Tahir...
Bizon??
Ren geyiği... Daha önce İsveç'te doğal ortamlarında görmüştüm sanırım...
Sefalet içindeki yılanlar... Resmen leğene koymuşlar.. 
Muhteşem albino kaplan....
Bakkal alışverişinden dönen meraklı tavuskuşu...
Hayvanat bahçesi sonrasında yine kendimizi yollar vuruyoruz.. Her gün o kadar çok yürüyoruz ki.. Üstelik şehir de çok yokuşlu... Akşam yemeği için arkadaşlarımızın daha önce gittiği yerel bir restorana gitmek istiyoruz ve bir süre bulamıyoruz. En son ben yürüyemeyecek kadar yourulup isyan ediyorum ve taksiye binip restoranı buluyoruz. Belgrad'da rahatlıkla taksi kullanabiliyorsunuz. Son derece ucuz. Ne zaman taksiye binsek bir muhabbet başlıyor. Türkiye deyince hemen basketbol ve Türkiye'deki Sırp koçlar konuşulmaya başlanıyor.

Buranın sevdiğim yanlarından biri de mekanların kendi biralarını üretmeleri... Hafif ve lezzetli oluyor.



Yemekte artık Sırbistan'ın ünlü köftesi cevapiyi denedik. Bildiğimiz köfte.. Altında kaymak var. Biraz ağır geldi bana. Ana yemekten önce söylediğimiz peynir tabağı ise müthişti. Çok lezzetli bir keçi peyniri ve kaymak.. Of ki ne of... 

3 Haziran 2015

Belgrad pt.1: Gezdiğin Gördüğün Sana Kalsın, Yediğini İçtiğini anlat...

Belgrad’a gidişimiz hem fiziksel hem de zihinsel olarak çok yorgun olduğumuz bir zamana geldi. Tam anlamıyla bir rahatlama tatili oldu. Belgrad’daki arkadaşımızın “buralar çok güzel, gelsenize” demesiyle kendimizi bilet alır halde bulmuştuk. İzmir-İstanbul aktarmaları dahil 2 kişi 850 TL gibi bir fiyata THY ile gidebildik 1-2 ay önceden biletleri alarak.

Her yurtdışı seyahatinden önce uzun uzun nerelere gidelim, ne yiyelim çalışmaları yaparım. Bu sefer kendimizi arkadaşlarımıza ve günün akışına bıraktık. Özet olarak söyleyebilirim ki Belgrad benim için bol bol graffitinin ve ucuz ama çok güzel cafelerin cenneti olan bir şehir. Güney Amerika seyahatinden sonra Hindistan dışında hep Avrupa ülkelerine gitmiştim. Paramız hep değersiz, satın almak istediklerimiz hep pahalıydı. Hele Danimarka’da neye uğradığımızı şaşırmıştık. Belgrad’da evimizde gibi rahat rahat gezip harcayabildik.


Hazır yeme, içmeden olaya girmişken hemen gittiğimiz bazı mekanlardan bahsedeyim. 

Aşaağıdaki yerin adı "?". Kafana Question Mark diye aratıp bulabilirsiniz. Belgrad'daki en eski "kafana"ymış. Geleneksel Sırp yemeklerini denemek için iyi bir adres. Biz açlıkla tokluk arasında kalmış bir şekilde gidip sadece balık çorbası ve bira içtik. Çorba tavsiye edilir.  

Kralja Petra caddesinde yer alıyor.... 
İç veya dış bahçesinde de yiyebilirsiniz. Biz içerideki hoş odayı tercih ettik.


Belgrad çok da büyük olmayan bir şehir.. Yürüye yürüye gezebilirsiniz. Genellikle yolunuz bir süre sonra aynı caddelere çıkıyor. Şehrin içinden Sava ve Tuna nehirleri geçiyor. Sava nehri kenarında bar hopping yapabileceğiniz bir sürü hoş mekan var. Şehrin büyük kısmında olduğu gibi burada da binalar savaştan veya eskilikten çok yıpranmış ama mekanların içine girdiğinizde çok hoş yerlerle karşılaşabiliyorsunuz.




Nehire nazır patlatılan biralar.... Tren yolunun hemen yanı bisiklet yolu... 
Şehir içinde çok bisiklet görmesek de Sava kenarı bisikletçilerle doluydu diyebilirim. Haklı olarak nehir kenarını tercih ediyorlar. Şehir merkezi genel olarak yokuşlu, haliyle bisikleti zorlaştırıyor. Bir de merkezde bisiklet yolu yok tabi.. 


Aşağıdaki resimde nehir kenarındaki bisiklet yolu haritasını görebilirsiniz. Soldaki minik sayaçta da geçen bisikletlilerin sayısı belirtiliyor. 



Arada bir pizza molası veriyoruz. Aşağıdaki yer odun ateşinde pizzalarını yapıyor. Tavsiye edebilirim. Yazdığım her yere tavsiye edebilirim diyorum Belgrad için çünkü ne yediysek çok lezzetliydi. 

Seyahat halindeyken bir restorana gidip tıka basa doymak yerine minik bir yiyeceği paylaşıp bir sürü yer değiştirmeyi ve çok sayıda yiyecek tatmayı seviyorum. 



Aşağıdaki yer de Süpermarket diye geçen bir mekan. İçeride hem tasarım ürünleri bulabiliyorsunuz hem de cafesinden yararlanabiliyorsunuz. Biz orada yemek yemedik, içeriyi gezdik sadece. Dalgıç şekilli buz küpleri görüp aldım. Her gittiğim yerden aldığım küpe ve magnetler dışında Belgrad'dan aldığım tek şey bu oldu. :)




Belgrad'da bana en komik gelen şey arkadaşlarımızın akşamları mütemadiyen nargile içmeye gitmesiydi. Bir anda biz de kendimizi nargilecide buluverdik. Nargileler bizdeki gibi, sadece marpuc yerine plastik bir hortum var, bildiğiniz bahçe hortumu.. :) 

Bu nargilecinin en güzel yanı çok çok ucuza kokteyller içebilmeniz. Üstelik aynı kokteyllerin çayları da var. İstanbul ve İzmir'de nargile yanında elma çayı tüketirken burada Pina Colada'ları yuvarladık.


Ve geliyoruz Belgrad'ın pis akşam yemeğine. Arkadaşımıza gece içtikten sonra yiyebileceğimiz bol etli pis şey nedir dedik. Bize Pljeskavica Bar'a götürdü. At heykelinin (prens aslında ama herkes at diyormuş) etrafında bunlardan bir kaç tane var. 250 gr köfteyle fantastik hamburgerimsilerden yapıyorlar. Köfte siz beklerken hazırlanıyor, ızgarada pişiyor. Üstüne soslar ve garnitürler ekletiyorsunuz. Ben 150 gr olanı bile bitiremezken Murat 250'liğin tamamını ve benden kalanları hüpletti. 


Son gün de Knez Mihailova caddesinde bir yerlerde yiyelim dedik. Hoşumuza giden bir tanesine oturduk. 2 bira, Sırp salatası (Yunan salatasının rendelenmiş peynir ve sirke ile yapılanı denebilir), tavuk suyu çorba ve aşağıdaki kocaman köfteli yemeği söyledik. Şehrin en turistik yeri. Toplamda 40 TL bile ödemedik.


Ve benim için bir mabed haline gelen Moritz Eis. Kendisi ile ilk günümüzde tanıştık. Çeşit çeşit dondurmaları var. Baklavalı dondurma bile üretmişler. Bana biraz çakma geldi baklavalı ama olsun denenebilir. Ben Belgrad'da olduğum her gün Moritz'e uğrayıp 2 çeşit dondurma yedim. Fındıklı hep sabitti. Yanındakini değiştirdim sürekli.. Dondurma mühim bir konu... 


Aşağıdaki köşe de Moritz'den. Hem baklavalı dondurma hem de sigara içilmez levhasını görünce sahibini Türk sandık ama değilmiş.


Belgrad sadece yeme içme ile geçmedi tabi.. Yazılar devam edecek.. Hatta yeme içme ile ilgili yazacağım bir kaç yer daha var ama azzzzz sonra...