10 Temmuz 2014

Sakız Adası haftasonu p.t. 1

Sakız Adası burnumuzun dibinde ama biz yıllardır gidememiştik. Vizemiz olduğunda gideriz deyip ertelemiş, vize olduğunda da unutmuştuk. Bu sene anneleri de alıp Sakız'a gitmeye karar verdik. Anneler grubu yeşil pasaportlarıyla güzel güzel gidebiliyor ne de olsa...

Bilenler bilir 4 Temmuz Cuma günü ve gece İzmir fırtınadan yıkılıyordu. Feribot şirketi Ertürk Lines'ı aradım. Cuma günü Liman Başkanlığı feribotların çıkmasına izin vermemiş. Cumartesi için de bir şey belli değil, hava yine kötü olacak diye bir bilgi aldık. Yine de umudu kesmeyip Cuma gecesi hazırlandık. Cumartesi de sabah erkenden yola çıktık. Yolda tekrar aradık ve feribotun kalkacağını öğrendik.

Feribot için internetten aldığınız bileti gişeden boarding pass'e çevirmeniz gerekiyor. İki günün yoğunluğu birleşeceği için ek görevli de çalıştırmışlar, kısa sürede passlerimizi aldık. Feribot gecikmeli de olsa hareket etti ama ne hareket.. Zıp zıp zıplayarak gittik Sakız'a.. Bu arada feribotta çığlık atanlar mı dersin, çocuğuna sarılıp ağlayanlar mı... En son bir ara midesi bulananlara çöp poşeti dağıtıyordu görevliler.

Sakız'a sağsalim vardıktan sonra hemen arabamızı kiraladık. Mouzaliko Hotel'de yer ayırtmıştık. Otelimiz Kambos bölgesinde. Burası adanın turunçgillerle dolu bölgesi. Ceneviz mimarisiyle yapılmış taş evlerle dolu. Evlerin muhteşem bahçeleri ve dev duvarları var. Bizim otelimiz de taş binadan oluşan, içerisinde turunçgil bahçesi olan bir yerdi. Odaları da pek hoş yapmışlar, banyo muslukları vs hep eskitilmiş malzemedendi (belki de orijinaldi ama bilemiyorum)...

Tini mini otel bahçemiz..

Odalara yerleşip klasik ada turuna başladık. İlk durağımız siyah volkanik taşlarla kaplı Mavra Volia plajıydı. İlgi çekici gelmesine rağmen burada denize giremedik, rüzgar dolayısıyla deli dalgalar vardı. Adanın en ünlü köyleri güney tarafında ve biz de dahil gelen bütün turistler bir check listi tamamlar gibi aynı yerleri geziyor. İlk köyümüz Pyrgi. Burada evler kazıma usulüyle süslenmiş. Yani önce dışı badana kaplanmış sonra da şekilli şekilli kazınmış ve binaların dış yüzü geometrik şekillerle dolmuş. Kısa bir süre yürüyerek köyü gezebiliyorsunuz. Biz öğle yemeğimizi de burada bulduğumuz bir cafede yedik. Fiyatlar gerçekten ucuz. 1,5-2 euro'ya pita arasında köfte yiyebiliyorsunuz... Bira 2 euro, kutu kola 1,5 euro. Zaten nereye gidersek gidelim içecek konusunda bir tek Türkiye'de kazıklanıyoruz. Market ve restoran fiyatı arasında uçurum var bizde..


Balkonlarda domates kurutuyorlar.. Çok leziz görünüyor..


Bol bol tünel var.. Bir de kapılar sanki pygmelere göre yapılmış. O kadar alçak ki hep...


Binaların arasında böyle mini tünelcikler var.. 

Balkon tentesi bile aynı desenli muşambadan...
Neyse efenim mini mini sokaklarda gezimizi tamamlayıp arabaya biniyoruz ki bir süre sonra annem şalını düşürdüğünü farkediyor, Murat'la bir Pyrgi turu daha yapmak zorunda kalıyoruz.

Deniz molamızı Otelin sahiplerinden Dimitri'nin önerdiği Kato Fana plajında yapıyoruz. Kuytuda ve rüzgar yönünün tersinde kaldığı için deniz oldukça sakin. Tamamen kumluk bir plaj.. Suyu berrak, sıcaklığı güzel.. Her şey güzel hoş ama ben taşlık ve bol balıklı deniz seviyorum. Kumda balık görmek pek mümkün olmuyor.. Bu plajda da Mavra Volia'daki gibi tesis yok.. Zaten adada milyon tane plaj olmasına rağmen çok azında tesis var.

Yüzme faslından sonra adanın diğer ünlü köyü Mesta'ya geçiyoruz. Burası bir Ortaçağ köyü. Arabayı köyün duvarlarının dışına park etmek gerekiyor. Köy büyük surlarla kaplı bir kale gibi. Burası pek hoşumuza gidiyor. Bir sonraki gelişimizde burada da konaklayabiliriz diyoruz. Oturup birer Yunan kahvesi (!) içiyoruz..


Kilisenin bahçesinden..

Bu da... Bana Endülüs esintisi verdi bu kilise....

Belli ki Türklerden illallah demişler.. 

Mesta'da sokaklar daha bir daracık.. Araba girmiyor...
Akşam yemeğini Dimitri'nin tavsiyesi üzerine Kambos'taki Apomero'da yiyoruz. Canlı müzik, uzo ve meze istediğimiz için burayı öneriyor bize. Bir de üstüne rezervasyonumuzu da yapıyor saolsun.. Restoranda o gece düğün varmış meğer. Bahçeyi düğün misafirlerine ayırmışlar, biz içeride oturuyoruz ama yine açık havada sayılırız. Düğün olması bizim için çok hoş bir atraksiyon oluyor, hem yerel adetleri görüyoruz hem de orijinal sirtaki izleme şansımız oluyor.

Düğün çok ekspres başlıyor. Bu arada, başlıyor dediysem de ancak bizim yemek bittikten sonra geliyor misafirler 22:00 gibi. Gelin ve damat bahçeye girer girmez pasta kesip şampanya patlatılıyor. Sonra minik bir dans ve hoop gelin ortadan kayboluyor. 2. sahnede görüyoruz ki tarlatanını çıkartıp gelmiş. Bu arada gelinlik de önü kısa, arkası uzun bir hale gelmiş.. Sirtakiye hazır artık.. Gelin ve damat sirtakiye başlıyorlar.. Daha sonra damadın yerini ortamdaki en yaşlı amca alıyor ama gelinle el ele tutuşmuyorlar, bir mendilin iki ucunu tutup dansediyorlar.. Sonra o bir süre gelin sabit kalıyor, mendilin diğer ucundaki kişi değişip duruyor.. Sadece kadın-erkek değil, kadın-kadına vs de dans ediyorlar.. Gelin bir kez daha yok olup gelinliğinin birazını daha çıkartıyor, bu sefer mini etekli bir gelinlikle geliyor ve halaya başlıyorlar.. Sonrasını hatırlamıyorum çünkü masada uyuyakaldım :)

Yemeklere gelirsek, Sakız'ın klasiği kalamar ve ahtapot ızgaralarımızı söylüyoruz tabi ki.. Ek olarak karides, mürekkep balığı, Greek salad ve sebzeli bir yemek söylüyoruz.. Bunlar ara sıcaklar.. Mezelerin bir kısmı meze, bir kısmı uzo mezesi olarak geçiyor menülerde.. Sanırım uzo mezesi dedikleri daha çok bizim ara sıcaklara denk geliyor. Ana yemek olarak da kuzu, dana ve domuz etli yemekler söylüyoruz. Yanında bolca uzo içiyoruz. İkram olarak da en son meyve ve tatlı geliyor.. O kadar delice yiyip içiyoruz ki çatlamak üzereyiz ve hesap gele gele 107 euro geliyor.. 5 kişiyiz bu arada..

Otelimize gidip uyumuyor, sızıyoruz...

Hiç yorum yok: